Düşüşler vardır; sonbaharın savurduğu, kahverengi, sarı damarlı yaprakların Arnavut kaldırımlarında, serin rüzgârlarla süzülerek mırıldanışı gibi. O düşüşlerde, seni sen yapan bütün hücrelerin ve onların içindeki zerreciklerin kapalı yakarışı, bozuk bir plağın iniltiyle çıkardığı tiz bir ses tonu kadar acıklı
, kulak tırmalayıcı bir çöküş merasiminin yaklaştığını hissedersin. Varlıklı bir yaşamdan kendi doğru benine yolculuğa çıkan Turgut Özben’de sonunda düşmüştü tren istasyonunda gözden kaybolurken. Bay C. de patırtılı bir düşüşün ardın ona sorulan ‘’Ne oldu? Anlat’’ sorusu karşısında sadece ‘’Otobüse yetişecektim’’ demişti. Raif Efendi ise düşüşünün ardından yirmi yıllık bir yaşam sürmüştü ölü olarak. Fakat o da başka bir akılda canlanmıştı. Ardında kara kaplı bir defter bırakmıştı belki de başkaları düşmesin diye.
, kulak tırmalayıcı bir çöküş merasiminin yaklaştığını hissedersin. Varlıklı bir yaşamdan kendi doğru benine yolculuğa çıkan Turgut Özben’de sonunda düşmüştü tren istasyonunda gözden kaybolurken. Bay C. de patırtılı bir düşüşün ardın ona sorulan ‘’Ne oldu? Anlat’’ sorusu karşısında sadece ‘’Otobüse yetişecektim’’ demişti. Raif Efendi ise düşüşünün ardından yirmi yıllık bir yaşam sürmüştü ölü olarak. Fakat o da başka bir akılda canlanmıştı. Ardında kara kaplı bir defter bırakmıştı belki de başkaları düşmesin diye.
Her düşüşün ağızda bıraktığı buruk tat, bir yaşanamamışlığın, pişmanlığın ve büyük perişanlığın ortasında küçücük kalmak gibidir. Dostoyevski Kirilov’un ağzında şöyle haykırmıştı düşüşün acısında boğularak ‘’ Tanrı bana hayatım boyunca eziyet etti’’ diye. Düşüş binlerce mahlûkatın çehresine düşerek, solgun yanağında kendini gösteriyordu amansız bir iniltiyle. Bir dünyadan kopuş, karanlık ve izbe bir dünyaya yolculuk vardır düşüşlerde.
Nietzsche ‘’Ey dalındaki meyve titriyorsun, düşüyorsun yere, nasıl bir sır verdi ki gece sana o yanağın, gül yanağın buz gibi ürperişler içinde’’ diyerek dalda olanın, vadesi dolanın kaygı ve tedirginliğine dehşet içinde seslenir. Düşüşün yaşattığı dramatik son… Hep bir yarım kalmışlıkla süslenen ve devamını belki de hiç öğrenmeyeceğimiz varlık.
İtirafı hep bir arınma ile bağdaştırma isteği canlanır bende. İnsanın kendisiyle, çevresiyle, sevdikleri veya sevmedikleriyle yüzleşerek, hiç söyleyemediklerini söyleyerek arınmak ve ardından hiç olmadığı kadar acele bir düşüşle, kendi kanını içercesine zevk almak. Evet bazı düşüşler zevklidir. Ağır olan da düşer hafif olan da. İçindekiler, senin için ne kadar ağır ve acı ise düşüşün de o derece ağır ve acılı geçer. Şayet içindekiler hiç çıkaramadığın ve haykırmak isteyip de hep sustukların ise dilinden firar eden her söz seni hafifleterek yavaş yavaş düşmeni sağlar. Her insan da eninde sonunda muhakkak düşer.
İnsanın yazgısının yerçekimine karşı çıkarak, onun tersi istikamette düşmesine neden olan şeyin sadece bilincimizin bize dayattığı epikürist davranışlarla çevrelenerek bir varoluşun arayış kaygısının uçurumunda, soğuktan tir tir titremekle eşdeğer olan çeşitli sorgulama nöbetleri arasında, yaşam dediğimiz perdeyi araladığımızda geride sadece kendini görmek düşüşlerin en büyüğüdür galiba. Yunus Emre ‘’Ete kemiğe büründüm Yunus oldum göründüm’’ dediğinde acaba düşmüş müydü? Yoksa kendi varlığının mutlak sorusuyla karşılaşıp gecikmeli bir cevap mı vermişti? Bunu ondan iyi kimse bilemez fakat. Her düşüş geçiştirmeli sorularla kaplıdır. Ve insanın mutlak düşüşü ölüm dediğimiz trajedinin sonrasıyla hayat bulur. Acaba düşüşün sonu hiçlik mi yoksa dolu dolu bir sonsuzluk mudur?
Hasan Özpolat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder