Cemal Süreya’nın “Gül” Şiirine Yeni Bir Bakış
Cemal Süreya’ya ün kazandıran, 1954 yılının Haziran ayında Yeditepe Dergisi’nde yayımlanan “Gül” o güne dek Türk şiirinde görülmemiş bir üslup ve anlayışıyla kaleme alınmıştır. “Şiirin kurulu düzene karşı inancındayımdır”[1] diyen Cemal Süreya, bu şiiriyle o güne dek kullanılan şiir dilinden ve poetikalarından farklı olarak, zaten Garip akımıyla giderek düşüşe geçen şairaneliği yücelterek, güçlü imgelerle düzene karşı çıkmıştır. “1950’lerin başında Garip Hareketi’nin iyice yozlaştırıldığı bir ortamda bazı genç şairlerin mevcut şiirlerden farklı şiirleri yayımlanır. Bu gençler İlhan Berk, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ülkü Tamer ve Turgut Uyar’dır. Şiirlerinde göze çarpan unsurlar dilde deformasyon, anlamsızlık, soyutlama ve bilinçaltına yönelmedir. Dil, şiirin aracı olmaktan çıkar şiirsel ortam olur. Garip’le giren hikâyemsi şiir terk edilir. İmge ve dize tekrar önem kazanır.”[2]
“Zurnanın Ucundaki Yepyeni Çingene”: “Gül” Şiiri
Hilmi Yavuz “Gül” şiiri için “Gül şiirine gelinceye değin, her akşam sokak ortasında öldükçe gülün tam ortasında ağlayan birini daha görmemiştik hiçbirimiz. Trenlerin istasyonlarda biraz olduklarını da! Müthiş bir dil yeniliğiyle ve müthiş bir duyarlıkla, bir şair, hem de 24 yaşında bunları nasıl yazabilirdi”[3] diyerek bu yeniliğin, bu düzene karşı çıkışın onda uyandırdığı şaşkınlığı gizleyememiştir.
Üç birim on beş mısradan oluşan “Gül” şiiri dönemin toplumsal çalkantılarını içinde barındırmasının yanında, Garip akımının getirdiği hikâyeci ve durağan şiire lirizmin coşkunluğunu ekleyerek imgelemi en üst seviyeye çıkardığını görmekteyiz. Alışılmamış bağdaştırmalar ve benzetmelerle yeni bir şiir anlayışının kapısını aralamıştır.
Cemal Süreya’nın ‘gül’ imgesini kullanması da tesadüf değildir. Zira Divan edebiyatının en önemli mazmunlarından biri olan “gül”, bu yeni şiir anlayışıyla başkalaşmış ve dönüşmüştür. Saraylarda, bahçelerde el üstünde tutulan gül artık sokağa düşmüştür. Ve gülü kaldırma işi yine bir şaire düşmüştür.
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene (Sevda Sözleri s.7)
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene (Sevda Sözleri s.7)
Şiirin ilk birimini incelediğimiz vakit en göze çarpan dize Gülün tam ortasında ağlıyorum dizesidir. Zira gülün ortasında ağlamak nedir? Bir insan nasıl gülün ortasında ağlar? İnsan bir nesnenin ortasında ağlayabilir mi? Gül imgesi birçok manaya yorulabilecek bir konumdadır. Bunu sokağın adı olarak tasvir edenler de vardır. Bu dizeyi diğer dizeyle bağlarsak; Sokak ortasında öldükçe gülün ortasında ağlayan birini görürüz. “Sokak ortasında ölmek” o günün hem siyasi hem de bireysel sorunlara göz kırpan bir cümledir. İlk birimin tamamına baktığımız zaman korkan, kararsız ve kimlik arayışı içerisinde olan birini görürüz. Bir kimlik arayışı içinde olan şair, tıpkı Attila İlhan’ın ‘Ben sana mecburum’unda olduğu gibi onu ayakta tutan gözlere bağlıdır. Varlığını, kimliğini bu gözlere bağlamıştır. Çünkü önünü arkasını bilmeyen biri başka gözlere ihtiyaç duyar. Bunun yanında karanlık imgesine de değinmek gerekir. Karanlık, karamsarlığın, bohemliğin bir göstergesidir. Sokak ortasında ölmesi de, gülün ortasında ağlaması da hep bu arayış ve bohemliğin neticesidir. Ayrıca karanlıkta duyup duyup azalan bir şey söz konusudur; onu ayakta tutan gözler. Burada sineztezik[4] bir durum vardır. Görmek ve duymak arasında yapılan algı değişimi okurun zihnini karıştır. Bu durum İkinci Yeni şiirinin karakteristik özelliklerinden biridir.
Şiirin ikinci birimine baktığımızda “el” imgesi göze çarpar. Bu el bembeyazdır. Eğer gül bir kadın ise; bu el de kadının elidir. Bu bağlamda kadına ait bir uzvun yüceleştirildiğini görürüz. Bu beyazlık şairde bir hayranlık uyandırır. Bu hayranlık verici beyazlık ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz yinelemeleriyle vurgulanmıştır. Fakat sonraki mısra okuyucuyu şaşırtan türden bir dönüşüm sergiler. Çünkü bembeyaz eller istasyonda tiren oluyor biraz. Ellerin bir anda istasyondaki bir tirene dönüşmesi okuyucuyu sarsan bir durumdur. İstasyon ve tiren imgesi ayrılığı çağrıştıran kelimelerdir. Bu sebeple bu ellerin şairin hayalinde canlandırdığı bir kadına ait olması muhtemeldir. Bunun yanında bu ellerin istasyonda tiren olması hakkında farklı fikirler de öne sürülebilir. Örneğin; tiren ve istasyon ayrılığı çağrıştırmasının yanında bir yolculuğun da habercisidir. Ayrılık da aynı zamanda bir yolculuğun başlangıcıdır. Fakat bu istasyondaki tiren hareket etmeyen bir tirendir. Çünkü hareket ettiğine dair herhangi bir işaret yoktur. Bundan dolayı bembeyaz ellerin istasyonda tiren olması yolcularını bekleyen bir objeyi çağrıştırabilir. Son mısra da ise şairin; ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım demesi yukarıda da değindiğimiz gibi kimlik arayışı ve bunalımı yaşayan bir adam olduğunun göstergesidir. Aynı zamanda bu adamın bir aylak olduğu da söylenebilir.
Şiirin üçüncü biriminde, ortasında ağlanan gülün yüze sürüldüğünü görürüz. Peki, bu gül neden yüze sürülür? Bu bir yüceltmenin göstergesidir. Çünkü sonraki mısraa baktığımızda gülün sokağa düştüğüne şahit oluruz. Fakat altın yere düşmekle pul olmaz. Bir kadın metaforu etrafında şekillenen gülün, sokağa düşen bir hayat kadınını temsil ettiği muhtemeldir. “Şiirin konusunu yine bir kadın teşkil ediyor ve bu kadın her nasılsa sokağa düşmüştür. Şair onu sembollerin en güzeli olan ‘gül’ ve kuvvetli aşkıyla idealize ediyor ve yüceltiyor.”[5] Bu sebeple gül bir sokaksa, bu sokak hayat kadınlarının durağı, tıpkı gül bahçesindeki güller gibidir. Hayat kadını da dalından koparılmış veya kopmuş güldür. Ve bu gül bir şekilde yere düşmüştür. Hırpalanmıştır. Anlatıcının bu gülü alıp yüzüne sürmesi, yere düşeni alıp kaldırması gülün tekrar yüceltilmesi anlamına gelir. Bununla birlikte tüm düşkünlere ve düşmüşlere bir mesaj niteliğindedir. Buna şiir de dâhildir. Yukarıda da değindiğimiz üzere “şiirin kurulu düzene karşı olduğu inancın”da olan Cemal Süreya, gülü yerden kaldırmakla, şiirin yere düşen bayrağını kaldırmaktır. Fakat bunu yaparken, gülü yerden kaldırıp yüzüne sürerken bir bedel ödemek zorundadır. Bu bedel de sonraki iki mısrada kendini gösterir. Kolumu kanadımı kırıyor/Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı. Güllerle dolu bir gül bahçesine girdiğimizi hayal ettiğimizde yere düşen bir gülü almak için dikenlerin içinden geçmek zorundayız. O gül için o dikenlere katlanmak zorundayız. Sonunda gülü aldığımızda ödediğimiz bedel bizi kanlar içinde bırakacaktır. Fakat sonunda gül alınmış ve bedel ödenmiştir. Kurtarılmıştır gül. Bu da yeni bir umudun ve başlangıcın simgesidir. Ve Zurnanın ucunda yepyeni bir çingene beliriverir. Bu çingene o umudun, o başlangıcın habercisidir. Zurna imgesi mutluluğu temsil eder. Ve şiirin sonu masallardaki gibi mutlu sonla biter.
Sonuç
Modern Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Cemal Süreya, şiirlerinde kadın imgesini çokça kullanmıştır. Aynı zamanda gelenekten de beslenmeyi ihmal etmeyen şair, gelenekten gelen bazı mazmunları modern şiirin potasında eriterek onları başkalaştırmış, farklı bir konuma yükseltmiştir. “Gül” şiiri bunun en büyük örneğidir. Garip akımıyla giderek sıradanlaşan ve tekdüze bir anlayışla yazılan şiire, bir karşı çıkış niteliği taşıyan İkinci Yeni akımı getirdiği yenilik ve yüksek imgelem gücünün yanı sıra, alışılmamış bağdaştırmalar, sinestezik oynamalarla yeni bir şiir yaratılmıştır. 1954 Haziran ayında Yeditepe Dergisi’nde yayınlanan “Gül” şiiri Cemal Süreya’yı edebiyat dünyasına adım atmasını sağlayan ve onu tanıtan ilk şiiridir. 1958 yılında yayımlanan Üvercinka adlı şiir kitabının ilk şiiridir. Gül imgesinin etrafında şekillenen şiir, tüm düşen değerli şeylerin temsilcisi niteliğindedir. Aynı zamanda içinde bohem, kimlik arayışı, bunalım, santimantal bir insanın kaygılarını barındıran ve sonuna umuda bağlanan bir şiirdir.
KAYNAKÇA
Kaplan, Mehmet “Şiir Tahlilleri 2 Cumhuriyet Devri Türk Şiiri”, Dergâh Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 1984.
Koç, Metin Necmi “Cemal Süreya’nın Düzyazılarında Şiir ile İlgili Görüşleri”, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 2006.
Süreya, Cemal “Cemal Süreya ile Her Şey Üzerine”, Güvercin Curnatası, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.
Süreya, Cemal “Sevda Sözleri” Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Şen, Elmas, “İkinci Yeni Şiiri Üzerinde Anlambilimsel Bir İnceleme” Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Perinçek, Feyza ve Nursel Duruel, Cemal Süreya: “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1995.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder