İnsanların beni gördüklerinde, iç dünyalarının onlara zoraki olarak söylettiği kuru bir merhabadan sonra gelen –nasılsın- sorusunun o çirkin tonlamasına karşı, benim iç dünyamın derinliklerinde biriken küfür merasimlerini dışarıya doğru fırlatamadığım için, geceleri kafamı yastığa koyduğumda kendi beynime çektiğim kılıçların,
üzerimde oluşturduğu travmanın bir alışkanlık haline gelmesi ne kötü…
üzerimde oluşturduğu travmanın bir alışkanlık haline gelmesi ne kötü…
Düzenin yavan bir kalemden çıkan düş olmadığına inancım var. Bizler düzen arayan, düzen yaratan ve illaki düzen bozan varlıklarız. Her düzenin ve düzensizliğin ardından muhakkak bir kirli geçmiş ve parlak bir rüya bırakırız.
Artık tahammül sınırlarımı aşan samimiyetsizliklerin bir hayliden fazlaca çoğaldığını görmek, beni bir insan olarak, derin karmaşalara ve geceleri hiç bitmeyen dönüp durmalara, bir komodinin canavara, bir dolabın dünyalara, bir tezgâhın rüyalara, bir divanın korkulara dönüşmesine yol açıyor. Dostlukların, arkadaşlıkların hiç de kitaplardaki gibi ya da edebiyat dünyasında ki Nazım ve Va-Nu, Ahmed ve Leyla, Nedim ve İbrahim, Nazım ve Si-Ya-U, Dünya ve Ay gibi olmadığını görmek; birbirlerimize geçiştirmeli –nasılsın- veya –ne yapıyorsun- diye sorup aslından nasıl veya ne yaptığına dair hiçbir merakımız olmamasını da yoğun iç çekişlerle sorgulamaktayım. Nedir bizi bu kadar uzaklaştıran?
Herkes uzaklaşır. Fakat uzaklaşmanın yaklaşmak anlamına geldiği zamanlar anlatıldı bana. Bir uzaklaşmanın hasretlerle ölçülebilen yanları vardı mesela. Hasretin ölçülmediği yanlar. Uzaklaşmanın insanlarda aylarca hatta yıllarca bıraktığı acı ve buruk tadı ellerinde kalan birkaç düşük ve yorgun hatıralarla sayıklatan, bir tavan arasında düşlerinden yakın, ülkesinden, dağlarından uzak insanlardan öğrendik. Gazete sayfalarında sırf bir Rusça yazı görebilmek için hiç çıkmadığı küçük, pis ve ilham dolu odasından çıkan Dostoyevski’den mesela… Peki, bu kadar yakınken herkes birbirine, bir telefon veya birkaç adım kadar neden bu uzaklaşmışız birbirimizden?
Her şey bir yana çok şey kaybediyor insan ömrü boyunca. Ve çok şey kazandırıyor kimi insana kaybettikleri. Zaman öyle bir ufuktur ki kimi zaman koca bir tuz haline gelip, tüm yaralarını acı ile iliklerine kadar hissettiriyor. Kimi zaman da öyle bir ilaç haline geliyor ki tüm yanan küllerine serince sular serpiyor, üflüyor adeta…
Hasan Özpolat
Hasan Özpolat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder